Umberto Eco'nun 1 Kasım'da yaptığı İskenderiye'deki Bibliotheca Alexandrina'yı (İskenderiye Müzesi) açış konuşmasının Al Ahram Weekly'den (20-26 Kasım 2003) özet çevirisi.
Üç bellek türü vardır. Birincisi et ve kandan oluşan, beynin yönettiği organik bellektir. İkincisi, insanlığın iki türünü bildiği mineral bellektir. Bin yıl önce mineral bellek örnekleri kil tabletler ve dikilitaşlardı, şimdiki mineral bellek örnekleri ise bilgisayarların silikondan yapılan elektronik bellekleri. Bir bellek türü daha biliyoruz, bitkisel bellek. İlk örnekleri papirüsler olan, daha sonra kitapları oluşturan kağıtlarla süren bir bellek.
İskenderiye kütüphanesi geçmişte kitapları muhafaza etti, gelecekte de edecek. Burası bitkisel belleğin tapınağı oldu ve olmaya devam edecek. Bir metafor kullanmama izin verirseniz; kütüphaneyi, tüm kâinatın incelendiği ve anlaşıldığı ilahi aklın, insanlar tarafından yapılan en iyi taklidi olarak tanımlayacağım. Büyük bir kütüphanedeki bilgileri aklında tutabilen bir kişi, bir şekilde Tanrı'nın aklına yaklaşmış demektir. Bir başka deyişle ilahi güçlerimiz olmadığını bildiğimiz için kütüphaneleri kurduk ve ilahi güce yaklaşmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Kitapların ortadan kalkacağı konusunda duyulan bütün korkulara rağmen, kitapların hâlâ bir geleceği olduğuna inananlardanım. Kitapların ortadan kalkacağı şeklindeki korkular, aslında başka konularda duyulan korkuların, ya da dünya dahil birşeylerin sonunun geldiği yolundaki milenyum terörünün son örnekleri.
Bir Yunanlı tarafından anlatılan ama Mısır'da geçen bir öyküyle başlayalım. Eflâtun'un Phaderus'unda yazıyı keşfeden ve keşfini Firavun Thamos'a sunan Theut'e firavun şöyle der: "Benim yetenekli Theut'um, bellek canlılığı devamlı çalıştırılarak korunması gereken, bize verilmiş büyük bir hediyedir. Senin keşfin yüzünden artık insanlar, belleklerini çalıştırma ve onu canlı tutma zorunda hissetmeyecekler kendilerini. Hatırladıklarını kendi çabalarıyla değil, dışşal bir araç sayesinde hatırlayacaklar."
Bugünlerde kimse Thamus'un endişelerine katılmıyor. Bunun iki basit nedeni var. Bir kere kitapların bizim yerimize düşünmediğini, tam tersi bizi düşünmeye yönelten araçlar olduklarını biliyoruz. Proust'un Kayıp Zamanın İzinde gibi spontan belleğin şaheseri bir kitabı yazabilmesi, ancak yazının keşfinden sonra mümkün olabilmiştir. Eğer insanlar yazının keşfinden önce belleklerini çalıştırmak için birçok şeyi akıllarında tuttuysa, şimdi de kitapları hatırlayabilmek için belleklerini çalıştırıyorlar. Kitaplar belleği uyuşturmaz; belleği uğraşmaya davet eder, onu daha iyi kılar. Yine de firavun bitmek bilmez bir korkuyu dile getiriyordu; yeni bir teknolojik gelişimin, değerli ve verimli bulduğumuz birşeyleri öldüreceği korkusunu.
Hiper-metin, okunacak kitapların yerini alabilir mi?
İki kitap türü vardır: okunacak kitaplar ve başvurulacak kitaplar. Diyelim ki Napolyon'un Kant ile tanışıp tanışmadığını öğrenmek istiyorum. Bir ansiklopedinin N ve K ciltlerini alıp her ikisinin de hayat hikâyelerini okumak, doğum ve ölüm tarihlerini karşılaştırmak zorundayım. Daha sonra başka kitapları karıştırıp Kant'ın ayrıntılı hayat hikâyesini bulmak, notlar almak, epeyce uğraşmak gerekecek. Bunun yerine internette bir ansiklopediye bakıp, Napolyon ve Kant'ın adlarının birlikte geçtiği bütün vakaların dökümünü birkaç dakika içinde alabilirim. Hiper-metinlerin başvuru kitaplarını çağın dışında bırakacakları kesin.
Ama bir hiper-metin diski veya net, okunacak kitapların yerini alabilir mi? Bilgisayar ekranının önünde 12 saat geçirdikten sonra gözlerim birer tenis topu gibi şişiyor, rahat bir koltuğa oturup, gazete ya da iyi bir şiir okumak istiyorum. Ama bir e-kitabı, güneş enerjisi ile çalışan pilleri olsa bile, hamağa uzanıp rahatça okuyamazsınız. Bu nedenle bilgisayarların yeni bir tür okuryazarlığı yaygınlaştırmakla birlikte, uyardıkları entelektüel ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduklarını düşünüyorum. Kitaplar bir kere icat edildikten sonra, zaten mükemmel oldukları için daha çok geliştirilmemiş aletler sınıfına giriyor. Tıpkı çekiç, bıçak, kaşık veya makas gibi.
Bu noktada organik bir bütün olarak yazar ve sanat eseri kavramının akıbetinin ne olacağı akla gelebilir. Bir hiper-metin, kapalı bir metnin açılabileceği yanılsamasına yol açabilir. Kapalı bir metin, hiper-metin sayesinde okuyucuların değişik şekillerde istedikleri gibi yeniden oluşturabilecekleri sonsuz bir açık metine dönüşebilir. Örneğin Kırmızı Şapkalı Kız, kurtla hiç karşılaşmayabilir ya da kurdu yiyebilir. Bu dönüştürülebilir metinler okura sonsuz özgürlük veriyor gibi görünebilir. Ancak bu sadece bir izlenim, bir özgürlük yanılsamasıdır.
Kitap birçok yoruma açık olmakla birlikte, bize değiştirilemeyecek bir durum sunar. Victor Hugo Sefiller'de Waterloo muharebesini çok güzel anlatır. Hugo muharebeyi ilahi bakış açısından tanımlar ve her ayrıntısıyla anlatır. Hugo sadece ne olduğunu değil, nelerin olabilecekken olmadığını da bilir. Hugo, General von Bülow'a yol gösteren çoban başka bir yol önerseydi, Prusya ordusunun vaktinde yetişip Fransızları yenemeyeceğini de bilir. Ama Hugo'nun Waterloo'sunun trajik güzelliği, gerçekleşenlerin okurların isteklerinden bağımsız olmasındadır. Trajik edebiyat, kahramanların kaçabilecekleri kaderlerinden, gururları, zayıflıkları veya körlükleri yüzünden kaçamadıklarını hissettiğimiz için çekicidir. Ayrıca Hugo bize şunları söyler: "Bütün bir tarihi hayrete düşüren böyle bir baş dönmesi, böyle bir hata, böyle bir yıkıntı, bütün bunlar boş yere mi? Hayır… bu büyük adamın ortadan yok olması, yeni yüzyılın başlaması için gerekliydi. Birisi, kimsenin itiraz edemeyeceği birisi, işin icabına baktı…Tanrı oradan geçti, Dieu a passé."
Bütün büyük kitaplar bize bunu söyler, Tanrı oradan geçti, inanan için de, inanmayan için de. İşlevleri bize bu gerekliliği öğretmek olduğu için, yeniden yazamayacağımız kitaplar vardır. Onlara oldukları halleriyle saygı duyulduğu takdirde bize hikmetlerini sunabilirler. Kitaplardan çıkarılan dersler, entelektüel ve ahlâki özgürlükte daha ileri bir düzeye ulaşabilmek için vazgeçilmez niteliktedir.
İskenderiye kütüphanesinin, yeni okurlara bu tür kitapları okumanın benzersiz deneyimini sunabilmek için, onları muhafaza etmeyi sürdüreceğini umuyorum ve istiyorum. Bu bitkisel bellek tapınağına uzun ömürler dilerim.
Çeviren: İnci Ötügen